
of.ozankaya@isnet.net.tr
Kıbrıs meselesi: Orta Asya Türk cumhuriyetleri ve Türkiye’nin dış politikadaki stratejik iflası
16 Nisan 2025 17:43:26
Son günlerde Avrupa Birliği’nin Orta Asya için açıkladığı 12 milyar euroluk yatırım paketiyle eş zamanlı olarak Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan gibi Türkiye’nin tarihsel, kültürel ve etnik bağlarının bulunduğu ülkelerin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) tanımayacaklarını beyan etmeleri, Türkiye kamuoyunda büyük bir kırılma yaratmıştır. Bu durum, sadece güncel bir diplomatik restleşme olarak değil, aynı zamanda Türkiye’nin son yirmi yılda sürdürdüğü dış politika anlayışının stratejik açmazlarını da gözler önüne sermektedir.
Bu ülkelerin, BM Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararlarına açıkça destek vererek Türkiye’yi Kıbrıs’ta “işgalci güç” olarak tanımlamaları, yalnızca uluslararası hukuk açısından değil, Türk dünyası içindeki ortak kimlik algısı açısından da büyük bir kırılmaya işaret etmektedir. Bu makale, Türkiye’nin dış politika vizyonundaki yapısal sorunları analiz ederek, Kıbrıs meselesinde gelinen noktanın bir “tesadüf” değil, uzun vadeli stratejik bir körlüğün sonucu olduğunu ortaya koymayı hedeflemektedir.
BM KARARLARI VE ORTA ASYA’NIN TAVRI
Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin BM Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararlarına atıfla Türkiye’yi “işgalci güç” olarak nitelendirmeleri, sadece hukuki veya diplomatik bir tercih değil, sembolik bir yabancılaşmanın da dışavurumudur. 1983 tarihli 541 sayılı karar, KKTC’nin bağımsızlık ilanını gayrimeşru ilan ederken, 550 sayılı karar Türkiye’nin adadaki varlığını “işgalci” olarak tanımlamaktadır. Orta Asya devletlerinin bu kararlara atıfla pozisyon almaları, Batı ile olan ilişkilerinde Türkiye’ye rağmen bir çizgi benimsediklerini göstermektedir.
Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan gibi ülkelerin bu yönde açıklamalar yapmaları, yalnızca uluslararası baskılara boyun eğdikleri şeklinde yorumlanamaz. Bu durum, aynı zamanda Türkiye’nin dış politikasındaki yön kaybı ve tutarsızlıkla da doğrudan ilişkilidir. 1990’lı yıllarda “Türk dünyasının lideri” rolüne soyunan Türkiye, bugün bu rolün ciddi şekilde sorgulandığı bir döneme girmiştir. Dış politika kararları artık sadece başkentlerde değil; akademik çevreler, stratejik kurumlar ve kamuoyu nezdinde de meşruiyetini yitirmiş görünmektedir.
EKONOMİK GERÇEKLER VE 12 MİLYAR EUROLUK YATIRIM PAKETİ
Avrupa Birliği’nin Orta Asya’ya yönelik açıkladığı 12 milyar euro’luk yatırım paketi, bölge ülkeleri için ekonomik anlamda cazip bir fırsat sunmaktadır. Ancak mesele sadece para değildir. Bu yatırım paketinin açıklanmasının ardından gelen açıklamalar, ekonomik pragmatizmin ötesinde bir stratejik yön değişimine işaret etmektedir. Türkiye, bu ülkelerin gözünde artık sadece bir ekonomik ortak değil, aynı zamanda bir siyasi risk faktörü olarak algılanmaya başlamıştır.
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiler, 1990’ların başından bu yana artarak gelişmiştir. Enerji taşımacılığı, altyapı projeleri, bankacılık ve tarım sektörlerinde çeşitli iş birlikleri kurulmuş; Türkiye bölgedeki yatırımcı ülkelerden biri olmuştur. Ancak son 10 yılda Türkiye’nin dış politikasında yaşanan dalgalanmalar, yatırım ortamındaki öngörülebilirliği azaltmıştır. Türkiye’nin AB ve Rusya ile yaşadığı gerilimler, bu ülkelerin dış yatırım stratejilerinde Türkiye’den uzaklaşmalarına neden olmuştur.
12 milyar euro gibi büyük bir rakam, sadece ekonomik değil, aynı zamanda diplomatik ve politik anlamda da bir yön göstericidir. Bu yatırımın karşılığında istenen sessizlik ya da taraf seçme zorunluluğu, Türkiye’nin etkisini kırmak için de bir araç olarak kullanılmıştır. Bu noktada Türkiye’nin etkili bir karşı politika geliştirememesi, yalnızca ekonomik güçle değil, diplomatik kapasiteyle de ilgili bir sorundur.
DIŞ POLİTİKADA İDEOLOJİK SAPMA VE GÜVEN EKSİKLİĞİ
Türkiye’nin son yıllarda izlediği dış politika çizgisi, özellikle laiklikten uzaklaşan, daha ideolojik ve din merkezli bir yönelime kaymıştır. Bu durum, kendilerini seküler ve ulus-devlet kimliğiyle tanımlayan Orta Asya ülkeleri tarafından dikkatle izlenmektedir. Türkiye’nin Suriye iç savaşındaki pozisyonu, bazı radikal İslamcı gruplarla kurduğu ilişkiler, Müslüman Kardeşler gibi yapılara verilen destek, bu ülkelerde ciddi endişeler doğurmuştur.
Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan gibi ülkeler, radikal dini yapıların bölgesel güvenlik açısından oluşturduğu tehditlere karşı oldukça hassastırlar. Türkiye’nin bu yapılara karşı yeterli mesafe koymadığı yönündeki kanaat, bu ülkelerin Türkiye ile olan ilişkilerini yeniden değerlendirmelerine neden olmuştur. Türkiye’nin dış politikasında İslamcı tonların baskın hale gelmesi, “laik Türk dünyası” ile “ideolojik Türkiye” arasındaki mesafenin açılmasına neden olmuştur.
Bu noktada en önemli sorunlardan biri, Türkiye’nin dış politika üretiminde kurumsal aklın yerini kişisel tercihlerin ve kısa vadeli çıkarların almasıdır. Dış politikada tutarsızlık, güven eksikliği yaratırken; söylem-eylem çelişkisi de dostlukları zedelemiştir. KKTC’nin tanınması gibi hayati bir konuda bile ciddi bir uluslararası kampanya yürütülememiş olması, bu zafiyetin en açık örneğidir.
STRATEJİK YALNIZLIK VE TÜRK DEVLETLERİYLE DİPLOMATİK AÇMAZ
Türk Devletleri Teşkilatı, 2009’dan itibaren bir iş birliği platformu olarak kurulmuş ve zamanla Türk dünyasını ekonomik, kültürel ve siyasi olarak yakınlaştırmayı hedefleyen bir yapı haline gelmiştir. Ancak bu hedefe rağmen KKTC’nin bu yapı tarafından tanınmaması ve açık destek görmemesi, ciddi bir kırılma anına işaret etmektedir. Kıbrıs konusunda ortak bir duruş geliştirilememesi, bu teşkilatın sembolik bir birliktelikten öteye gidemediğini göstermektedir.
Türkiye, uzun yıllar bu teşkilatın doğal lideri olarak hareket etmiş, çeşitli zirveler ve girişimlerle ortaklıkları derinleştirmeye çalışmıştır. Ancak 2020 sonrası süreçte, özellikle bölgesel politikaların uyumsuzluğu ve Türkiye’nin kendi iç siyasetindeki dönüşümler bu liderliğe olan güveni zedelemiştir. Orta Asya ülkeleri için Türkiye artık “birlikte yürünecek öncü ülke” değil; zaman zaman çıkarlarını gözetmeyen, öngörülemez politikalar yürüten bir ortak olarak algılanmaktadır.
KKTC’nin tanınmaması meselesinde bu açmazın doğrudan etkisi görülmektedir. Orta Asya ülkeleri, uluslararası hukukun ötesinde, stratejik olarak da Türkiye’ye mesafeli durmayı tercih etmişlerdir. Diplomatik temasların şekli, zirvelerdeki tutumlar ve yapılan ortak açıklamalarda bu yeni denge açıkça okunabilmektedir. Stratejik yalnızlık, artık retorik bir kavram değil; diplomatik gerçekliğe dönüşmüş bir durumdur.
SAVUNMA VE ASKERİ İŞ BİRLİĞİ ALANINDA TIKANIKLIK
Türkiye’nin son yıllarda savunma sanayisinde yakaladığı başarılar, Bayraktar TB2 gibi SİHA sistemleriyle tüm dünyada dikkat çekmiştir. Ancak bu askeri kapasitenin Türk dünyasıyla paylaşılması konusunda somut adımların sınırlı kaldığı görülmektedir. Orta Asya ülkeleriyle ortak tatbikatlar, savunma sanayi ortaklıkları ve güvenlik alanında karşılıklı eğitimler oldukça sınırlıdır ve bu da askeri anlamda beklenen sinerjinin oluşmasını engellemektedir.
Kazakistan ve Özbekistan gibi ülkeler, güvenlik politikalarını daha çok Rusya üzerinden yürütmekte, Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (KGAÖ) gibi yapılarla savunma iş birliklerini sürdürmektedirler. Türkiye, bu yapılar dışında kalmakta ve NATO üyeliği nedeniyle zaman zaman bu ülkelerle savunma iş birliklerinde çatışmalı pozisyonlara düşebilmektedir. Bunun yanında Türkiye’nin kendi iç güvenlik kaygıları, dışa dönük askeri ortaklıkları zayıflatmaktadır.
Türk dünyasında ortak bir savunma konsepti geliştirilememesi, sadece askeri değil, stratejik bir kırılmaya da işaret eder. Eğer KKTC gibi kritik bir konuda dahi askeri ve stratejik dayanışma kurulamıyorsa, bu ortaklıkların derinliği ve samimiyeti sorgulanır hale gelir. Bu bağlamda, Türkiye’nin askeri teknolojisini “simgesel ihracat”tan çıkarıp, kalıcı ortaklıklara dönüştürememesi önemli bir eksikliktir.
KÜLTÜREL POLİTİKALARDA DERİNLİK EKSİKLİĞİ VE YUMUŞAK GÜÇ KAYBI
Türkiye’nin Orta Asya’daki etkisi uzun yıllar boyunca TİKA, Yunus Emre Enstitüsü ve Maarif Vakfı gibi kurumlar aracılığıyla kültürel diplomasi üzerinden şekillenmiştir. Ancak son yıllarda bu etki alanında da bir gerileme yaşanmaktadır. Bunun temel nedenlerinden biri, Türkiye’nin bu kurumları salt ideolojik propaganda araçlarına dönüştürmesi ve hedef ülkelerdeki kültürel beklentilere karşılık verememesidir.
Orta Asya’daki genç nesiller Türkiye’yi artık kültürel lider bir ülke olarak görmemekte, Batı kültürünün etkisi altında şekillenmekte ve Rusya ile Çin’in kültürel yatırımlarıyla daha çok karşılaşmaktadır. Türkiye’nin dizileri, müziği ve edebiyatı bir dönem bölgede yoğun ilgi görmüş olsa da, bu ilgi son yıllarda zayıflamış, yerini daha global kültürel unsurlara bırakmıştır.
TİKA’nın yürüttüğü projeler, başta etkili görünse de, bu projelerin sürekliliği, yerelleşme kapasitesi ve içeriği zamanla yetersiz kalmıştır. Ortak tarih vurgusu, gerçek ve sürdürülebilir iş birliklerine dönüşememiştir. KKTC’nin tanınması sürecinde bu kültürel araçların etkin şekilde devreye sokulamamış olması, Türkiye’nin yumuşak güç kapasitesinin ciddi şekilde sorgulanmasına neden olmuştur.
TÜRKİYE’NİN KKTC POLİTİKASINDA STRATEJİK VİZYON EKSİKLİĞİ
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması, Türkiye’nin uzun yıllardır sürdürdüğü diplomatik bir hedef olmasına rağmen, bu konuda sürdürülebilir ve vizyoner bir politika geliştirilememiştir. KKTC’nin tanınması için atılması gereken akademik, diplomatik, kültürel ve hukuki adımlar uzun yıllar boyunca göz ardı edilmiştir. Uluslararası hukuk nezdinde Kıbrıs meselesinin savunulmasında ciddi bir eksiklik yaşanmış, bu da Türkiye’nin tezlerini dünyaya anlatamamasına neden olmuştur.
Birçok ülkenin kamuoyunda KKTC’nin adeta “Türkiye’nin kuklası” gibi gösterilmesi, bu tanıtım eksikliğinin sonucudur. KKTC’nin kurumlarının uluslararası organizasyonlara katılımı sağlanamamış, uluslararası spor, kültür, bilim platformlarında görünürlük kazandırılamamıştır. Türkiye’nin bu konuda yürüttüğü lobicilik faaliyetleri zayıf kalmış, yurtdışındaki Türk azınlıklar bile bu konuda organize şekilde seferber edilememiştir.
Orta Asya ülkeleriyle yapılan temaslarda KKTC’nin tanınması yönünde bir stratejik gündem oluşturulmamış, bu konuda bir “Pan-Türkist diplomatik kampanya” hiç başlatılamamıştır. Aksine, Türkiye bu ülkelerle yürüttüğü ekonomik ve siyasi temaslarda KKTC’nin durumu konusunda ya sessiz kalmış ya da öncelikli mesele olarak sunmamıştır. Bu da KKTC’nin uluslararası meşruiyetini savunma açısından ciddi bir fırsat kaybına neden olmuştur.
YURTDIŞINDAKİ TÜRK AZINLIKLARIN ETKİN KULLANILAMAMASI
Türkiye’nin küresel diplomasisinde önemli bir güç unsuru olarak görülmesi gereken yurtdışındaki Türk azınlıklar, ne yazık ki etkin şekilde mobilize edilememiştir. Avrupa, Kuzey Amerika, Avustralya ve Orta Asya’daki Türk kökenli azınlıklar, gerek siyasi lobi faaliyetlerinde, gerekse kültürel kamu diplomasisinde yeterince kullanılmamıştır. Özellikle KKTC’nin tanınması gibi kritik bir meselede bu grupların organize edilerek kamuoyu oluşturma yönünde harekete geçirilmesi gerekirdi.
Almanya, Hollanda, Belçika, İngiltere, İsviçre, Danimarka, İsveç, Fransa ve Avusturya gibi ülkelerde güçlü Türk toplulukları bulunmasına rağmen, bu topluluklar genellikle iç politikanın nesnesi haline getirilmiş ve dış politikada işlevsiz kalmıştır. Benzer şekilde, Orta Asya’da Sovyet döneminden kalan Türk kökenli azınlıklar da Türkiye lehine mobilize edilememiş, aksine Türkiye’nin bu azınlıklara yönelik politikaları genellikle yüzeysel ve göstermelik kalmıştır.
Yurtdışındaki Türk azınlıkların kamuoyu oluşturma kapasitesi, diasporanın kendi ülkelerindeki siyasi yapılarla kurduğu ilişkiler kadar, Türkiye’nin onlara ne kadar güven verdiğiyle de ilgilidir. Türkiye’nin son yıllardaki iç ve dış politikadaki yönelimi, bu güven ilişkisini zayıflatmış; dolayısıyla bu grupların Türkiye adına etkili savunuculuk yapma motivasyonunu düşürmüştür.
TÜRKİYE’DEKİ YÖNETİM MODELİNE DUYULAN GÜVENSİZLİK
Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin KKTC’yi tanımama yönündeki tercihlerinin arka planında, Türkiye’deki siyasi yönetim biçimine yönelik eleştiriler ve güvensizlik de yatmaktadır. Türkiye’nin iç politikada sürekli laiklik karşıtı dini söylemleri ve dini klan sistemlerinin iktidar tarafından desteklenmesi , bu ülkelerde Türkiye’nin “model ülke” konumunu ciddi şekilde zedelemiştir.
Orta Asya’daki ülkeler, her ne kadar kendi içlerinde demokratik eksiklikler taşısalar da, Türkiye’nin son dönemde dini referanslarla yürütülen politikalarını endişe verici bulmaktadırlar. Çünkü bu tür ideolojik yönelimler, kendi iç güvenlikleri açısından da tehdit olarak algılanmaktadır. Suriye krizinde radikal unsurlarla geliştirilen ilişkiler, Arap Baharı sürecinde Müslüman Kardeşler’e verilen destek ve Afganistan politikasındaki çelişkili duruşlar, bu güven sorununu daha da derinleştirmiştir.
Bu güvensizlik ortamında Türkiye’nin liderliğinde bir Türk birliği ya da diplomatik kampanya yürütülmesi beklenemez hale gelmiştir. Bu nedenle KKTC’nin tanınması gibi ortak milli bir mesele bile, Türkiye’ye duyulan güvensizlik nedeniyle bölge ülkeleri tarafından sahiplenilmemektedir. Burada sorun yalnızca Erdoğan yönetimi değil; Türkiye’nin devlet olarak uluslararası arenadaki pozisyonunun, söylem ve davranış uyumsuzluğu nedeniyle zayıflamasıdır.
TÜRKİYE-ORTA ASYA EKONOMİK İLİŞKİLERİNİN KIRILGAN YAPISI
Türkiye ile Orta Asya Türk Cumhuriyetleri arasındaki ekonomik ilişkiler, sayısal olarak büyüyen ancak yapısal olarak kırılgan bir tablo sunmaktadır. Ticaret hacmi son yıllarda artmış olsa da, bu artış stratejik bağımlılıklar yaratacak düzeye ulaşmamıştır. Türkiye’nin Orta Asya’daki yatırımları, çoğunlukla inşaat, hizmet sektörü ve perakende alanlarında yoğunlaşmıştır. Bu sektörler kısa vadeli kazançlar sağlasa da, kalıcı ekonomik entegrasyon için yeterli değildir.
Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan gibi ülkeler, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi ile Avrupa Birliği’nin ekonomik genişleme politikaları arasında denge kurmaya çalışırken, Türkiye’yi çoğu zaman “alternatif” değil, “ikincil bir ortak” olarak değerlendirmiştir. Bunun nedenlerinden biri, Türkiye’nin bölgeye yönelik ekonomik projelerinde uzun vadeli strateji eksikliğidir. Örneğin, enerji politikalarında Hazar Geçişli doğal gaz ve petrol boru hatları konusunda Türkiye etkili bir oyuncu olamamış, bu boşluğu büyük ölçüde Çin ve Rusya doldurmuştur.
Türkiye’nin önerdiği ekonomik iş birliği modelleri genellikle devlet merkezli kalmış, özel sektör teşvikleri ve inovasyon odaklı yaklaşımlar geliştirilmemiştir. Bu da bölge ülkeleri nezdinde Türkiye ile kurulan ekonomik ilişkilerin çeşitlenmesini engellemiş, AB ve Çin gibi aktörlerin cazibesini artırmıştır. KKTC’nin tanınması konusunda bu ekonomik kırılganlık, Türkiye’nin pazarlık gücünü ciddi anlamda sınırlayan bir faktör olmuştur.
AVRUPA BİRLİĞİ VE BATI’NIN YENİ ORTA ASYA POLİTİKASI
Avrupa Birliği’nin Orta Asya için açıkladığı 12 milyar euro’luk yatırım paketi, yalnızca ekonomik bir hamle değil; aynı zamanda bölgedeki jeopolitik denklemde Türkiye’yi geride bırakacak bir stratejinin ürünüdür. Bu yatırım paketi, enerji güvenliği, dijital dönüşüm, eğitim, ulaşım altyapısı gibi alanları kapsamaktadır ve bölge ülkelerine uzun vadeli bir ortaklık vaadi sunmaktadır.
AB, bu yatırım programı ile hem Çin’in bölgedeki ekonomik tahakkümüne karşı bir denge kurmayı hedeflemekte hem de Rusya’nın etkisini zayıflatmayı amaçlamaktadır. Türkiye ise bu jeopolitik hamleye karşı yeterince hazırlıklı değildir. Türkiye’nin bölgedeki yumuşak güç kapasitesi zayıflamışken, ekonomik kapasitesi sınırlıyken ve diplomatik ilişkilerde gerilim yaşanırken, AB gibi bir aktörün bu ölçekte bir yatırım paketi sunması doğal olarak Orta Asya ülkelerini Batı’ya yönlendirmiştir.
Bu koşullar altında KKTC’nin tanınması ( birde TC’deki iktidarın zorlaması ve etkisi ile laiklik karşıtı bir sembol ve siyaset olan başörtüsünün okullar ve kamuda kullanılması ile ilgili kanunun KKTC’de kabul edilmesi) gibi hassas bir konuda Türkiye’den ziyade Batı ile uyumlu hareket etmeyi tercih eden Orta Asya ülkeleri, aynı zamanda BM kararlarına referans vererek Türkiye’nin tezlerine doğrudan karşı pozisyon almıştır. Bu da Türkiye’nin Orta Asya politikalarında yalnızca ekonomik değil, diplomatik anlamda da ciddi bir yeniden yapılanmaya ihtiyaç duyduğunu göstermektedir.
SONUÇ VE STRATEJİK YENİDEN KONUMLANMA İHTİYACI
Gelinen noktada, KKTC’nin tanınmaması meselesi yalnızca geçici bir diplomatik başarısızlık değil; Türkiye’nin dış politikada uzun süredir süregelen stratejik savrulmasının ve vizyonsuzluğunun bir sonucudur. Orta Asya’daki kardeş ülkelerin dahi Türkiye’nin tezlerine sahip çıkmaması, sadece dış aktörlerin etkisiyle değil, Türkiye’nin bu ülkelerle kurduğu ilişkilerin kişiselliği ( Erdoğan tipi) yüzeyselliğiyle doğrudan ilişkilidir.
Bu tabloyu düzeltmek için Türkiye’nin öncelikle içerde laik, hukuk devleti temelli, özgürlükçü bir yönetime geri dönmesi gerekmektedir. Ancak bu dönüşümle birlikte yurtdışındaki Türk azınlıklar etkin şekilde mobilize edilebilir, Orta Asya’daki güven eksikliği giderilebilir ve KKTC gibi davalar uluslararası meşruiyet zemini kazanabilir.
Aynı zamanda Türkiye, ekonomik ilişkilerde çeşitliliği ve derinliği artırmalı, kültürel diplomaside yeniden yapılandırmaya gitmeli ve savunma alanındaki iş birliklerini daha kurumsal hale getirmelidir. Pan-Türkizm söylemi, yalnızca retorik bir hamaset değil; planlı, sürdürülebilir ve karşılıklı güvene dayalı bir strateji haline gelmediği sürece, Türkiye’nin yalnızlığı daha da derinleşecektir.
Sıradaki son dost Azerbaycan bile TC’de laiklik dışı söylemden çok rahatsızdır. Ve son kardeş :iki devlet bir millet söylemi olan Azerbaycan bile bu gidişle Türkiye’yi orta vadede yalnız bırakabilir. Çünkü bu iktidarla uluslararası arenada yol yürümesinin kısıtlayıcı ve zor yanlarını onlarda görüyor.
Bu anlamda da konuya duygusal değil akılcı yaklaşılmalı ve duygusal manipülasyon ile kandırılınmamalı!
KAYNAKÇA
- United Nations Security Council Resolutions 541 (1983) ve 550 (1984).
2. European Union External Action Service. “EU-Central Asia Connectivity Investment Package.” 2024.
3. TİKA 2022 Faaliyet Raporu.
4. Türk Devletleri Teşkilatı Resmi Belgeleri, 2009–2023.
5. Bayraktar, Metin. Kıbrıs Meselesi ve Uluslararası Hukuk, İstanbul: Beta Yayıncılık, 2015.
6. Buzan, Barry ve Wæver, Ole. Regions and Powers: The Structure of International Security, Cambridge University Press, 2003.
7. Hale, Henry E. Patronal Politics: Eurasian Regime Dynamics in Comparative Perspective, Cambridge University Press, 2015.
8. Gökay, Bülent. “The Turkish Model and Its Discontents in Central Asia.” Central Asian Survey, Vol. 31, No. 3, 2022.
9. Aydın, Mustafa. “Turkey and Central Asia: Post-Cold War Relations.” Turkish Studies, Vol. 4, No. 2, 2019.ç
Sefa YÜRÜKEL
BES
