Haber giriş tarihi : 01-12-2024 | 22 : 10 17
Haber güncelleme tarihi : 01-12-2024 | 22 : 10 17
perdearkası köşe yazarı Ahmet Özger yazdı...
'' Türkiye içine düşürüldüğü siyasi açmazdan neden çıkamıyor?..
Siyaset biliminin temel kuralıdır:
Yönetenler yönetemez hale gelmişse,
yönetilenler yönetenlerden memnun değilse,
ülke sosyal ve kültürel anlamda her geçen gün daha da geriye gidiyorsa;
köklü bir iktidar değişikliğinin -devrim niteliğinde- tüm koşulları olgunlaşmış demektir...
Ülkemizde bu koşulların tamamının oluşmasına karşın, iktidarın bir şekilde varlığını sürdüyor olması siyaset biliminin doğrularıyla açıklanabilecek bir durum değildir. Bu durum, olsa olsa bireysel hataların neden olduğu taktiksel yanlışlarla mümkün olabilir. Siyasi partiler demokrasinin güvencesidir. Gerçek demokrasiyle yönetilen ülkelerde iktidarı değiştirme görevi ise muhalefet partilerindedir. Sivil toplum örgütleri de toplumsal muhalefetin oluşturulmasında ve toplumun sorunlarının gündeme getirilmesinde önemli bir rol oynar.
Ez cümle, eğer başarısız olmuş iktidarlar değiştirilemiyorsa, bu güçler görevlerini hakkıyla yapamıyor demektir...
Görevlerini yerine getiremeyenlerin öz eleştiride bulunup istifa etmeleri beklenirken, her ne hikmetse bu sorunları dile getirenler, hem de gerçek sorumlular tarafından acımasızca eleştirilir, ve susturulmaya çalışılır... Siyasi başarısızlıklarına farklı kılıflar uydurmaya çalışanlar ise pişkin pişkin görevlerine devam etmekte hiçbir sakınca görmezler...
Bununla da yetinmeyip; eleştirilerini biraz sert bir şekilde dile getirip çözüm önerileri sunanlar, çok kolay bir şekilde hain ilan edilebilmektedir. Muhalifleri bu şekilde yaftalamalarının kılıfı da hazırdır: "Tam birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde iktidarı eleştirmek yerine muhalefeti eleştirmek hainliktir..."
Hataları gizlemek amacıyla yapılan bu tür savunmalar, çözüm arayan insanların umudunu kırmaktan, mücadeleden uzaklaşmalarına neden olmaktan başka bir işe yaramaz... Uzaklaşmak istemeseler bile, Parti içi demokrasinin işlememesi veya güçlüden yana işlemesi nedeniyle Parti içinde barınamazlar...
Sormak gerekir:
Sorunları gizleyenler mi, yoksa dillendirip çözüm arayanlar mı haindir?
Geçmiş deneyimler göstermiştir ki; zamanında uyarı görevlerini yerine getirenler tarih önünde hep haklı çıkmış, günü kurtarmanın derdinde olanlar ise hakettikleri şekilde anılmışlardır. Yaptıkları hatalar yanlarına kâr kalırken, olan ülkeye olmuştur...
Son 20-25 yıldır CHP'yi yöneten liderlerin yaptıkları hatalar incelendiğinde bu gerçeği net bir şekilde görebilmek mümkündür...
Aslında sorun yapısaldır...
Çözüm ise bu başıbozuk yapıyı yüreklice deşifre etmekten ve yerine sağlıklı bir yapıyı yerleştirmekten geçmektedir...
Evet, bunu yapabilmek için öncelikle iktidar olmak ve Siyasi Partiler Yasası’nın yeniden düzenlenmesi gerekir. Bu doğrudur... Fakat, bugün elimizde böyle bir imkan yoktur. Bu durumda; hedefe odaklanmış, tüm egolarından arınmış, kendini ülkesine adamış, bilgili-birikimli, dürüst ve güvenilir bir Genel Başkan bulmak, böyle bir lider çıkarmak zorunluluğu vardır...
Aksi halde bozuk yapıdan doğru işler çıkarmaya çalışmak tam bir hayalcilik olur...
Mevcut yasa, kendi konumlarını korumak adına liderlere büyük olanaklar sağlamaktadır. Ne yazık ki sol cenahta konumlanan Parti liderleri de bu olanakları kullanmaktan imtina etmemişlerdir...
Sağ siyaset anlayışının doğası gereği sorun yaratmayan bu durum, Sol Partiler için adeta bir kaos ortamı yaratmakta, kendi değerleriyle çelişir hale getirmektedir...
Kendi partisinde demokratik işleyişi sağlayamayanların ülkede demokrasi tesis edeceğini iddia etmesi gibi komik bir durum yaratmaktadır...
Lidere tanınan bu sınırsız imtiyaz, yönetim birimlerini oluşturan kadrolarda özgür düşünme ve düşündüklerini özgürce dile getirme noktasında yazılı olmayan bir otokontrol sistemi yaratmaktadır. Daha da tehlikelisi, liderin her söylediğini koşulsuz desteklemeyi siyasi gelecekleri için bir zorunluluk olarak gören bir örgüt yapısının oluşmasına zemin hazırlanmaktadır...
Yazılı tüzükten daha fazla yaptırım gücü olan, yazılı olmayan gizli kurallar manzumesi, en yukarıdan en aşağıya kadar partinin tüm birimlerinde alenen işlemekte, hiçbir güç de bu işleyişi engelleyememektedir...
Ne yazık ki, seçilmiş Belediye Başkanları bile bu çarkın dışına çıkamamaktadır. Bunu yapabilenler, ya siyasi yaşamlarını sonlandırmayı göze alanlar ya da yeni bir oluşum peşinde koşanlardır...
Partililer, ancak Parti içi dengeler değiştiğinde, rüzgar ters yönden esmeye başladığında seslerini yükseltmeye cesaret edebilmektedirler... İçlerinde biriktirdikleri kin, garez ve husumet nedeniyle; ideolojik bir temele dayandırmaya gerek bile duymadan, yeni oluşumlara yelken açmakta hiçbir ahlakı sakınca görmemektedirler...
Bu durumun doğal olarak yoldaşlık ilişkilerinin zedelenmesine, güven sorunu yaşanmasına yol açması kaçınılmazdır...
Bu koşullarda, düşünsel ve ideolojik tartışmaların yerini gruplaşmaların, hemşehricilik dayanışmasının alması da kaçınılmaz bir sonuçtur...
Böylesine puslu atmosfer, "Siyaset simsarları" olarak tanımlanan kişilerin tam da aradıkları bir ortamdır. En çok delegeyi etkileme gücüne sahip olduğuna inanılan sözde "Parti büyükleri(!)" ve kalabalık sülalelerin sözcülüğüne soyunan lafazanların arayıp da bulamadığı, bulanık suda balık avlama zamanlarıdır...
Bütün bunları anlatırken niyetim birilerini suçlamak, kabahati sadece onların sırtına yüklemek değildir elbette. Giriş bölümünde de belirttiğim üzere; var olan yapı bu işlerin yapılmasına izin vermekte, onlar da bu boşluğu doldurmaktadır. "Yapı" buna izin vermese, hiçbirinin hiçbir şekilde etkilerinin kalmayacağı kesin ve nettir...
Fakat, liderler için aynı hoşgörüyü göstermem söz konusu olamaz. Onların, bu bozuk yapıdan nemalanmak değil, bu yapıyı düzeltmek gibi bir misyonları bulunmaktadır. Yapmaları gereken de, bu misyonlarının gereğini yerine getirmektir...
Çünkü bu yapıyı en iyi onlar bilmektedir. Çünkü, kendileri de aynı yollardan geçerek, aynı yöntemleri kullanarak bugün oturdukları koltuklara oturabilmişlerdir...
İşte bu nedenlerledir ki;
Parti içi demokrasinin yerleştirilmesi konusunda yüksek perdeden verdikleri vaatler fazla inandırıcı olmuyor, pratikte karşılık da bulmuyor...
Söylemlerle gerçekte yaşananlar birbiriyle örtüşmüyor.
Günün sonunda görülüyor ki; etkili yerlerde olanlar ne diyorsa o oluyor...
Onların onayladıkları kadınlar kotaları dolduruyor...
Çok çalışan, çok araştıran, direk tepelerinde afiş asan gençler değil; boyun eyen, başkanları en çok alkışlayan gençler ödüllendiriliyor...
Yönetimler bilgi birikimi olan çalışkan üyelerle değil, "işaret edilenlerle" oluşturuluyor...
Lider, tüm bu gerçekleri bilmesine rağmen, kendi geleceğini garantiye almak için her şeye göz yumduğunda ise, bütün vaatler havada kalıyor ve değişen hiçbir şey olmuyor...
Koltuğa oturanı yerinden kaldırmak da bu yüzden pek kolay olmuyor...
Ancak türlü entrikalarla veya gizli kasetlerle Lider değişimi gerçekleşebiliyor...
Bu süreci aşabilmenin ne yazık ki sadece bir tek yolu var:
Vatansever, iyi niyetli, donanımlı ve elindeki sınırsız olanakları Parti ve toplum yararına kullanabilecek sıra dışı bir karakterin Genel Başkanlık koltuğuna oturması...
Hayal gibi görünse de, çok acıdır ki şimdilik başka da bir çözüm görünmüyor. Bu hayal daha önceleri gerçekleşmiş olsaydı belki de bugün yaşadıklarımız yaşanmamış olacaktı...
Deniz Baykal'la başlayıp Kılıçdaroğlu ile tavan yapan bu yönetim anlayışının ülkeye neler kaybettirdiğini içimiz acıyarak da olsa hep birlikte gördük...
Yapılan hataları tek tek yazarak okuyucuyu bıktırmak, öfkelendirmek gibi bir niyetim yok...
Sadece, rejimin değişmesine neden olan referandumda bile gerekli tepkiyi gösteremeyip, her türlü hukuk tanımazlığı içlerine sindirmeleri, Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP'yi anlatmaya fazlasıyla yetecektir... Son yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde göz göre göre yapılan hatalar sonucunda, kazanılması hiç de zor olmayan bir seçimin Erdoğan'a altın tepside hediye edildiği de herkesin malümudur...
Genel Başkan seçildikten sonra Özgür Özel yerel seçimlerde büyük bir başarıya imza atmıştır. Ancak, kendisini tek başına bu başarının mimarı olarak göstermek mümkün değildir. Bu başarının oluşumunda birçok farklı bileşenler etkili olmuştur. Giriş bölümünde de açıklandığı gibi bütün koşullar zaten hazırdı...
Yerel seçimde elde edilen başarı, yapılacak ilk seçimde iktidar olmayı sağlayacak bir sonuçla taçlandırılırsa ancak bir anlam kazanabilir. Aksi halde yıllar önce yaşanan (89 seçimleri) hezimetin, hayal kırıklığının tekrar yaşanması hiç şaşırtıcı olmayacaktır...
Bu değerlendirmeler ışığında bakıldığında Özgür Özel'in seçim sonrasında sergilediği performans hiç de iç açıcı değildir. Ele geçen fırsatın her geçen gün hoyratça heba edildiği gözlemlenmektedir...
Seçimde ağır yara alan iktidar abandone olmuş bir haldeyken, muhalefet son darbeyi vurmaktan kaçınmıştır. Hatta, ilk raundun bittiğini bildiren gongu çalıp iktidar partisinin derin bir nefes almasına imkan sağlamıştır...
Oysa yapılması gereken şey; erken seçim talebini gündemden hiç düşürmemek, halkın beklentilerini ve umutlarını diri tutmak olmalıydı...
Özgür Özel ne yaptı?
"Halk iktidar Partisine sarı kart göstermiştir, bizi de yerel yönetimlerde iktidar yapmıştır" diye akıl dışı açıklamalarda bulunarak yapılan yanlışta ısrar etmiştir...
Yoksulluk cenderesinde sıkışıp kalmış, karnını doyurmaktan başka bir derdi olmayan halk, "Normalleşme-Yumuşama" gibi suni gündemlerle oyalanmıştır... Halka hiç ilgi duymadığı konular dayatılarak, gerçek gündem unutturulmaya çalışılmıştır...
Oysa, seçime kadar geçecek her günün iktidar partisinin işine yarayacağı deneyimli siyasetçiler ve Siyaset Bilimcileri tarafından sürekli dile getiriliyordu...
AKP kendisine tanınan bu şansı iktidar olmanın da verdiği imkanları kullanarak bu güne kadar iyi değerlendirdi.
Son gelişmelere baktığımızda bundan sonra da hiç akla gelmedik senaryolar uydurup, türlü entrikalarla süreci çok daha iyi değerlendireceklerini tahmin etmek hiç de zor değildir...
Doğrusuyla, yanlışıyla olan olmuş, sonuçları görülmüştür...
Önemli olan bundan sonra nelerin yapılacağıdır...
Özgür Özel tarihi bir yol ayırımındadır. Ya, ince eleyip sık dokuyarak her attığı adımın hesabını yaparak siyasete yön verecektir.
Ya da, geçmişten hiç ders çıkarmadan alelacele alınan kararlarla paldır küldür yol alıp işini şansa bırakacaktır...
Özgür Özel'i bilemeyiz ama, Türkiye demokrasisinin ve toplumun işi şansa bırakmak gibi bir lüksü yoktur...
Özgür Özel'in yapması gereken işler de çok zor değildir...
-Güçlü bir lider profili çizmek
-Kendisini hâlâ Genel Başkan gibi gören Kılıçdaroğlu'nu geçmişteki hatalarını da uygun bir dille hatırlatarak uyarmak.
-Hiç vakit kaybetmeden Cumhurbaşkanı adayını belirlemek.
-Partisinin "çok başlı" algısını kırmak.
İlk etapta işlerini kolaylaştırmaya yetecektir...
Bütün bunlara bir şey daha ekleyerek yazıyı noktalamak isterim:
Genel Başkanların Siyaset Bilimci olmak gibi bir yükümlülükleri yoktur...
Ama mesleklerinin hakkını veren Siyaset Bilimcilerden oluşan bir kadroyla çalışmak ve onların uyarılarını dikkate almak gibi bir yükümlülükleri olmalıdır...''
https://www.xn--perdearkas-6ub.com/hain-kim/8/
perdearkası köşe yazarı
Ahmet Özger yazdı...
Haber : perdearkası.com
ETİKETLER : Yazdır
Dünyadan
Çok Okunanlar
» Henüz BUGÜN Haber Görünmüyor